Piyasayı Duymayan hem Batar hem de Batırır
Kimse zenginin parasıyla zengin olamaz. Herkes fakirin parasıyla zengin olur. Burada fakirden kasıt, zengin olmayan herkes. Zenginliğin çok tanımı var ama bu satırları okuyanlar bilimsel bir ispata gerek duymadan zengin olup olmadıklarını gayet iyi biliyorlar.
Haydi basit bir soruyla başlayalım: Gelişmekte olan bir ülkede şu aşağıdaki mal veya hizmetlerin ortak özelliği nedir?
- Barselona’da üç günlük seyahat
- Orta boy 4K televizyon
- Kaliteli bir güneş gözlüğü
- iPhone 16
- Orta boy marka bir çanta
Çok yormadan size söyleyeyim. Hepsinin ortak özelliği, neredeyse aynı fiyata satılmaları. Gelişmekte olan ülkelerde ithal ürünlere anlamsız gümrük vergileri konulduğu için tüketiciler kendi bütçeleri doğrultusunda yukarıdakilerinden birine karar vermek zorundalar. Hepsini birden satın almaları imkânsız. Bu durum bizi nereye getirdi? Birinci önemli gerçeğe…
1990’larda markalar birbirleriyle yarışırdı. Çanta çantanın, telefon telefonun, seyahat bir başka seyahat alternatifinin rakibiydi. Bugün ise her şey her şeyin rakibi oldu. Bütçe tek ama seçenekler neredeyse sonsuz. Şimdi ikinci önemli gerçeğe geçelim…
Her şeyden önce, zenginler çok pazarlıkçıdır, zengin olmayanlar pazarlık edemez. Pazarlıkla ucuza bir mal ya da hizmeti satın aldığını düşünür ama yanılır. Gelişmekte olan ülkelerde lüks malların fiyatı belli olmadığı için zenginler sıkı pazarlık ederler ancak normal Sedan araçlar için pazarlık edilmez. Hızlıca satılır.
Aslında hangi ülkede hangi gelir grubu değil hangi yaş grupları en çok harcamayı yapıyor diye bakılsa, daha sağlıklı bir değerlendirme olacak. Nihayetinde, satın alma işi rasyonel saiklere bağlı olduğu gibi, duygusal olarak da güdülenebiliyor. Yani eskiden önce faydaya bakılırken şimdi ise tatmin duygusu öne çıkıyor. Mutlaka faydanın içinde tatmin duygusu yer alır, ancak her tatmin duygusunun kişiye fayda verdiği söylenemez. Kuzey ve Güney Amerika’nın büyük bölümünde ve AB’de çok harcama yapanlar X jenerasyonu. Statista’nın araştırması, doğuya doğru gittikçe “en çok harcama yapanların” yaş ortalamasının düştüğünü söylüyor. Mena bölgesinde Z jenerasyonu, yani çoğunlukla ebeveynlerinin parasını harcayanlar ile içinde yeni işe girmiş olanların dahil olduğu Millennials kuşağı yarı yarıya tüketimde öne çıkarken, Rusya-Çin-Avustralya üçlüsünün başını çektiği çok büyük bir yüzölçümünde Millennials başı çekiyor. Millennials, “iyi yaşamak için kazandığı parayı harcayanlar nesli” olarak adlandırılabilir. Diğer taraftan ise Z nesli için “aman sussun” diyerek anne babanın kaprislerine teslim olduğu nesil desek yanlış olmaz.
Hislerin istismarı üzerine kurulmuş yeni tüketim stratejileri, fenomen olarak kabul ettiğimiz kişilerin harcama davranışlarını da taçlandırıyor. Yapılan araştırmalar Brezilya, Hindistan ve Çin’de sosyal medya fenomenleri, film yıldızları, sporcular, hatta çizgi film karakterlerinin bile markaların satışlarına muazzam etkisi olduğu kanıtlanmış durumda. Bu arada Avrupa ve dünyanın diğer bölgelerinde de bu akım giderek genişliyor.
Hiç aklımıza gelir miydi bilmem, ikinci el ürünlerin popülaritesi de giderek artmakta. Başta Birleşik Krallık ve ABD olmak üzere birçok batı ülkesinde gençler ikinci el ürünlere rağbet ederken, Meksika-Brezilya-Güney Kore üçlemesi gibi gelişmekte olan ülkelerde bile bu akım hızla yayılıyor. Bu gelişmenin iki sebebi var. İlki, gençler birinci el üretim arttıkça dünyanın kirlendiğini düşünüyor. Dolayısıyla ikinci el ürünleri bilinçli şekilde talep ediyorlar. Sakın burun kıvırmayın, 2025 yılında 33 ülkede 10 binlerce kişiyle yapılan bir anket bize gösteriyor ki, insanlar iklim değişikliği ve çevre kirliliğini bir numaralı risk olarak nitelendiriyor. Hayat pahalılığı ikinci sırada geliyor. Demek ki ciddiye alınacak bir durum. İkinci sebep ise ikinci elin fiyatının elbette daha düşük olması. Klasik ve çok nadir bir parça olmadıkça tabii.
Açıkçası mal ya da hizmeti üretmeden bahsettiğim detayları araştırmakta büyük fayda var. Ayrıca sadece bunlar değil, aynı zamanda kültür, inanç, hayat tarzı de önemli. Öyle olmasaydı McDonald’s faaliyet gösterdiği ülkelerin yerel tatlarını menüye yerleştirmezdi. Bir başka örnek de, Seat’ın Yunanistan’a “Malaga” modelinin ismini değiştirerek girmesiydi. Sebebini sormaya gerek yok.
Son olarak sübjektif orta sınıfın, yani bir ülkede orta gelirli olmadığı halde kendini öyle sananların bolluğu da araştırılmalı. Bazı ülkelerde orta gelirli olduğu halde buna inanmayanlar oluyor; Portekiz ve İngiltere gibi. Kanada’yı bunların yanına ekleyebiliriz. Ancak orta gelirli olmadığı halde kendini öyle sananların muazzam bir hacim yarattığını görüyoruz. Yunanistan, Türkiye, Fransa, İrlanda, Hollanda ve Kuzey Avrupa ülkeleri bu sınıfta yer alıyor. Tabii buradan da bir ayıklama yapmak gerek. Yaşam standartlarının çok yüksek olduğu ülkelerde insanların refah algılaması farklı oluyor. Dolayısıyla tüketim açısından Türkiye, Yunanistan ve Fransa daha fazla ümit vadediyor.
Bir de çok sayıda göçmen ve sığınmacı kabul eden ülkelerde artık söz konusu ülkenin tüketim gelenekleri yaşamıyor; hızla başkalaşıyor. Mesela Suriye’den en çok sığınmacı kabul eden ülkeler, uzak ara Türkiye, sonra da Almanya, Lübnan, Ürdün, Irak, Mısır, Avusturya ve İsveç. Kişi başına düşen gelir ve imkânlar açısından bakıldığında Türkiye, Almanya, Avusturya, İsveç, Mısır ve belki Ürdün, ekonomide terslik olsa da, göçmen ve sığınmacı devinimiyle adını koyamadığı bir canlılık yaşayacak. Sığınmacıların tamamının meteliksiz olduğu düşünülmemeli. Ayrıca birçoğu ticari işletme kurup kayıtlı/kayıtsız iş yapmaktalar. Ayrıca, kayıt dışı istihdam yarattıkları için öyle ya da böyle düzenli gelirleri var. Bu insanların yüksek enflasyon ve yüksek faize karşı daha fazla adaptasyon kabiliyeti gösterdiklerini söylemeye gerek yok.
Bunları neden yazdım? Çok basit; geçen yüzyıla ait paradigmalarla enflasyon mücadelesi yaptığını düşünen kritik karar alıcılara, “yanlış yoldasınız, piyasayı duymuyorsunuz” demek için. Diğer taraftan piyasayı duymadan ezbere iş yapan ticari işletmelerin sahiplerini uyarmak için. Birkaç kişiyi ikna etsem kârdır. Herkesin doğruyu yapması zaten mümkün değil.
Kaynak: TİMReport