elif seyidogluTüketenden Fazla Üreten Yapılar ve Türkiye’deki Dönüşüm İhtiyacı

Günümüz dünyasında iklim krizi, kentleşme baskısı, pandemi sonrası değişen yaşam alışkanlıkları ve savaşların yol açtığı toplumsal stres, insanların kent yaşamından ve kapalı alanlarda uzun süre çalışmaktan uzaklaşmasına neden olmaktadır.

Özellikle metropol şehirlerde çevresel bozulma, artan sıcaklıklar, gürültü, hava kirliliği ve psikolojik tükenmişlik, bireyleri daha doğal, daha üretken ve daha sağlıklı yaşam biçimlerine yönlendirmiştir. Beyaz yaka çalışanlar arasında artan istifalar, doğaya dönük yaşam projelerinin çoğalması ve kırsal yaşama ilgideki artış, bu yönelimin pratik sonuçlarıdır.

Bu toplumsal değişim, mimarlık ve mühendislik alanları için yeni bir sorumluluk alanı doğurmuştur. Artık yalnızca sağlam ve estetik yapılar inşa etmek yeterli değildir; yaşadığımız binaların psikolojik iyileşmeyi destekleyen, enerji ve su üreten, karbon salımını azaltan, hatta gıda yetiştirebilen sistemler haline dönüşmesi gerekmektedir. Bu noktada biyofilik tasarım anlayışı, doğayla barışık, üretken ve insan merkezli kentsel yaşam alanlarının temel tasarım çerçevesi olarak öne çıkmaktadır.

Dünyanın birçok ülkesinde bu anlayış yalnızca iyi niyetli tasarım ilkeleriyle sınırlı kalmamış; doğrudan mevzuata yansıtılmıştır. Örneğin Fransa, 2015 yılında çıkardığı yasa ile yeni ticari binaların çatılarına ya güneş paneli ya da yeşil çatı yapılmasını zorunlu hale getirmiştir. Almanya’da yeşil çatılar belli büyüklükteki tüm yeni yapılarda yönetmelikle desteklenmekte, kamu projelerinde enerji üretimi ve atık yönetimi zorunluluk olarak tanımlanmaktadır. Singapur ise Green Mark sistemiyle hem yeni hem de mevcut binalarda sürdürülebilirlik performansını hukuki düzeyde denetlemektedir. Amerika Birleşik Devletleri’nde bazı eyaletlerde kamu binalarının LEED gibi çevre dostu sertifikalara sahip olması yasal bir gerekliliktir. Çin’in birçok kentinde ise dikey orman kuleleri; kent ısı adası etkisini azaltmak ve karbon tutmak için ulusal planlara entegre edilmiş durumdadır.

Bu zorunlu mevzuatlar sayesinde yeşil binalar artık sadece tercih edilen yapılar değil, yapım sürecinin temel bileşeni olarak kabul görmektedir. Böylece binalar yalnızca tüketen değil, aynı zamanda enerji üreten, karbon yutan, atık suyu geri dönüştüren ve kullanıcıların yaşam kalitesini artıran üretken yapılara dönüşmektedir.

Türkiye’de ise bu dönüşüm süreci henüz gönüllülük temelli ilerlemektedir. Mevcut yapı ruhsatları ve imar mevzuatı çerçevesinde yeşil çatı, yağmur suyu hasadı, güneş enerjisi sistemleri ya da biyofilik tasarım öğeleri zorunlu değildir. LEED, BREEAM ya da ÇEDBİK gibi sertifikalar yalnızca yatırımcının kendi isteğiyle alınmaktadır. Bu durum, yeşil bina dönüşümünün toplum geneline yayılmasını ve standartlaşmasını engellemektedir.

makale es 2 w113 1

Türkiye’deki bu duraksamanın nedenleri çok katmanlıdır. Her şeyden önce yasal zorunlulukların olmaması, yatırımcıların sürdürülebilir çözümleri kısa vadede maliyet artırıcı olarak değerlendirmesine neden olmaktadır. Ayrıca yeşil bina yatırımlarına yönelik vergi indirimi, kredi kolaylığı, ruhsat avantajı gibi teşvik mekanizmalarının sınırlı olması da süreci yavaşlatmaktadır. Bununla birlikte, yerel yönetimlerin çoğunda bu konuda kurumsal kapasite ve teknik bilgi eksikliği bulunmaktadır. Bazı belediyeler (İstanbul, İzmir, Eskişehir gibi) bu alanda örnek projeler üretse de, genel olarak Türkiye’de kamunun bu dönüşüme öncülük etme kapasitesi yetersiz kalmaktadır.

Toplumun yeşil binalara yönelik farkındalığı da düşük düzeydedir. Çoğu kullanıcı enerji verimli veya üretken bir yapının uzun vadeli kazançlarını göz ardı etmekte, metrekare ve fiyat odaklı seçimler yapmaktadır. Oysa yeşil binalar yalnızca doğayı değil, insanın ruhsal ve fiziksel sağlığını da doğrudan olumlu etkilemektedir. Bitkilendirilmiş cepheler, temiz hava, doğal ışık, sessiz alanlar ve yeşil sosyal mekânlar bireyin stresini azaltır, motivasyonunu artırır, hatta iş verimliliğini yükseltir. Bu nedenledir ki gelişmiş ülkelerde üretken yapılar yalnızca çevresel değil, ekonomik ve toplumsal bir reform aracı olarak da değerlendirilmektedir.

makale es 2 w113 2

Kentin Ekolojik Hafızasını Geri Çağırmak

Geleneksel binalar yalnızca tüketir; enerji tüketir, su tüketir, kaynak tüketir… Oysa çağdaş yaklaşım, binaları doğayla bütünleştiren, enerji üreten, yağmur suyunu toplayan, atıkları geri dönüştüren ve hatta gıda yetiştiren sistemler olarak tasarlamayı gerektiriyor.

Dünyada bu anlayışı hayata geçiren birçok proje bulunuyor:

  • Almanya’da Plus-Energy House’lar net enerji üretir;
  • Singapur’da SkyVille @ Dawson projesi tarım, su yönetimi ve biyofiliği bir arada sunar;
  • Amsterdam’daki The Edge binası kendi elektriğini üretir ve enerji verimliliğinde dünya lideridir;
  • Vancouver, yeşil bina zorunluluğuna sahip ilk büyük şehirlerden biridir.

Türkiye’de Süreç Neden Tıkanıyor?

Türkiye’de benzer bir dönüşüm istense de bazı temel sorunlar nedeniyle ilerleme sınırlı kalmaktadır:

  • Yasal Zorunluluk Eksikliği: Sürdürülebilirlik kriterleri imar mevzuatına entegre edilmemiştir.
  • Teşvik Yetersizliği: Yeşil bina yapımını destekleyen vergi indirimi, ruhsat kolaylığı gibi mekanizmalar zayıftır.
  • İlk Yatırım Kaygısı: Yatırımcılar kısa vadeli maliyete odaklandığından, uzun vadeli getiriler göz ardı edilir.
  • Kamu Öncülüğünün Azlığı: Yeşil kamu yapıları hâlâ çok sınırlı sayıdadır.
  • Toplumda Farkındalık Eksikliği: Yeşil bina kavramı kamuoyunda yeterince tanınmamakta, talep oluşturulmamaktadır.

Sonuç olarak Türkiye’de süreç, büyük ölçüde bireysel inisiyatiflere ve kurumsal farkındalığa bağlı şekilde ilerlemektedir. Oysa gerçek dönüşüm ancak politik irade ve yasal düzenleme ile mümkün olacaktır.

Bir şehir, içindeki doğa kadar yaşanabilir; bir bina ise insanı iyileştirebildiği ölçüde değerlidir. Peki ne yapılmalı?

  • Yeni imar yönetmeliklerine zorunlu yeşil standartlar getirilmeli;
  • Belediyeler ve kamu kurumları örnek teşkil eden projeler üretmeli;
  • Teşvik sistemleriyle yatırımcının eli güçlendirilmeli;
  • Eğitim, medya ve sivil toplum desteğiyle toplumsal farkındalık artırılmalıdır.

Gelecek İçin Yasal İrade Şart!

Yeşil binalar, yalnızca mimari bir tercih değil; gezegenin geleceğini şekillendiren stratejik yapılardır. Dünyada yasa koyucular bu gerçeği görüp harekete geçerken, Türkiye’nin bu değişime seyirci kalması yalnızca bir gecikme değil, gelecek kuşaklara karşı bir sorumluluk ihlalidir. Üreten, çevreyle dost ve insan psikolojisine iyi gelen yapılar ancak güçlü bir yasal altyapı ve siyasi irade ile hayat bulabilir. Aksi takdirde, yeşil binalar yalnızca maketlerde ve niyet beyanlarında kalmaya mahkûm olacaktır.

makale es 2 w113 2b