Nadir Toprak Elementleri Sürecinde Oluşan Bilgi Kirliliği
Yok canım bu kadar hızlı olmaz!” dediğimiz algıda operasyon süreci, artık şaşırtmayan bir hızda ve etkide hayatımıza girdi. Bunu bir kez daha NTE (Nadir Toprak Elementleri) sürecinde net olarak anladık.
ABD Başkanı çıktı Ukrania’ya ya dedi ki, “Seni affederim ama bir tek şartla; ülkendeki NTE’lerin çıkarılmasını ve işletmesini bize vereceksin.” Bütün dünya karıştı bir anda; “Ne istiyor? Neden istiyor? Ne kadar önemli bu elementler?” Herkes birbirine bunu sormaya başladı. Gerçekten neydi bu bahsedilen elementler ve neden bu kadar önemliydi? Madem bu kadar önemliydi neden biz bunca yıldır dünyanın ikinci rezervinin üzerinde otururken bir şeyler yapmadık; yapamadık?
“Nadir, kritik, stratejik” kelimeleri hammadde olarak bize ne anlatıyor? Hangisi doğru bizim için? Sözlük anlamı ile kritik mineraller veya kritik hammaddeler; endüstriyel üretim, teknoloji ve savunma gibi sektörler için stratejik öneme sahip olan ve arz güvenliğini etkileyebilecek belirli mineralleri veya hammaddeleri ifade eden bir terimdir. Stratejik mineraller ise; bir ülkenin uzun vadeli kalkınma politikaları bağlamında ihtiyaç duyduğu mineralleri ve hammaddeleri ifade eder. O halde “nadir” nedir? İşte konunun karıştığı yer burası.
Nadir Toprak Elementleri, dünya üzerinde ender lokasyonlarda bulunan ancak ulaşılmasının zorluğundan dolayı bu tanımı alan elementlerdir. Diğer elementler ile birlikte bulunduğundan, içerisinden ayrıştırılması ve saflaştırılması çok zor olan, küçük miktarlarda alaşımında bulunduğu malzemeye büyük özellikler katan elementlerdir. Tamamı kullanılarak değil, kullanılan hammaddeye ilave edilerek ürünü teknolojik ve inovatif olarak yüksek düzeye çıkaran elementler. Bunların kendilerinden ürün yapılmaz ancak yapılan ürünün hammaddesine ilave edildiğinde bir anda mucizevi şekilde son ürünü teknolojik hale getirir.

Bizim topraklarımızda varlığı nükleer araştırmalar sırasında ortaya çıkmıştır çünkü uranyum gibi önemli bir nükleer malzemeye sahip olabilmek için toryuma ulaşmanız gerekmektedir. Toryum ülkemizde tespit edilmiş ancak yalnız olmadığından NTE’ler ile birlikte çıkarılması gereksinimi onun çıkarılmasını güçleştirmiştir. Diğer taraftan, çıkarılması için alınacak risklere değecek bir süreç de ülkemizde mevcut olmamıştır. Türkiye olarak bu anlamda nükleer ile tanışmamız, kullanım alanı olarak nükleer santraller yapımına karar verilmesi ile başlamıştır. Öncesinde akademik çalışmalar elbette yapılmıştır. Hedef bu tip malzemeler olmayınca, birlikte oldukları diğer NTE’ler de maalesef hareketsiz bir stok olarak toprakta kalmıştır. Bir diğer çıkarılmasını engelleyen süreç de bu elementlerin çıkarılması sırasında ortaya çıkan radyasyonun riski. Diğer yandan; NTE’lerin ayrıştırılması ve zenginleştirilmesi için uygun yöntem olan solvent ekstrasyon sürecinin çevresel atık süreci.
Tüm bu tabloyu önümüze koyduğumuzda, talep olumsuz gelişmiştir. Yakın tarihe kadar yüksek teknoloji ürünümüz olmadığından; yani bir gözlük camı dahi üretmezken, mıknatısı beyaz eşya magnetlerinden başka yerde kullanmazken, bizim bu ürünlerle tanışmamız nasıl olacaktı ki? Yüksek ısıya dayanıklı mıknatıslar, çok yüksek görüş kabiliyetine sahip termal optik camlar, lensler üretmek isteyince her şey değişti… Dün bir önemi olmayan bu elementler bugün işin olmazsa olmazı oldu. İhtiyacımız olduğunda da bir baktık, tüm diğer süreçlerde olduğu gibi dünyadaki üreticiler bize kapılarını kapattı.
NTE’leri ilk fark eden ve hızla teknolojisine sokan Çin, şimdilerde dünya hâkimi. Maalesef anlayamadığımız; hatta başka değişle farkına varamadığımız; belki küçümsediğimiz Çin; dünyadan mevcut ürünlerin üretim know how’larını çalarak, tersine mühendislik gibi yollarla imalat sürecini çözdüğü ürünlere bu elde etmeyi başardığı ve kimseye hissettirmediği NTE’ler ile yüksek teknoloji ürünleri özelliğini kazandırdı. 2000’li yılların başında Japonya gibi bir teknoloji devi bile bunu bir balıkçı kavgası sonucunda öğrenmek durumunda kaldı. Şimdi herkes aynı soruyu birbirine soruyor; NTE’ler Türkiye için kritik mi, stratejik mi yoksa nadir mi? Aslında buna biraz bor sürecinden bakalım.
Bor madeni ülkemiz için ne ifade ediyor? Evet, dünyanın en zengin yataklarına sahibiz ama dünyada toplam bor cirosu yıllık 2,5 milyar dolar. Hepsi bu. Şu anda bunun 1,5 milyar dolarını biz satıyoruz. Hadi 2 olsun; hepsi bu. O halde şimdi bunu nasıl tanımlarız? İşte burada konu ikiye ayrılıyor. Birincisi, bunların içerisinde bizim yüksek teknolojik ürün yolumuzu açacak ve ihtiyacımız olan son ürünlere ulaşmamızı sağlayacak stratejik olanlar. Bunlar olmazsa ülkenin bekası için yapmanız gereken son ürünleri yapamıyorsunuz ve bunlar maalesef çocuk oyuncağı değil; uzay havacılık, savunma sanayi ürünleri. Diğer kısım ise dünya pazarına satarak ülkemiz için bir ekonomik refah temin edebilecek kıymetli ürünler. İşte nadir olmaları bu süreçteki kıymetleri ile doğru orantılı.
Türkiye olarak biz bu süreçte neredeyiz? Yolun çok başındayız. Üzülerek ama doğrusu bu olduğu için söylemek gerektiğini düşünüyorum. Bilgi kirliliği tam da burada başlıyor.
Son günlerde bütün görsel yazılı basın aynı şeyi konuşuyor; “Ülkemiz NTE yatakları”, “Beylikova bölgesi”, “ABD’ye peşkeş çekilmesi”, “çıkarıyoruz”, “tesislerimizi kurduk”, “her şey planlı gidiyor…” Herkes bir şey söylüyor. Kimi politik, kimi akademik, kimi popülist olmaktan ileri gidemiyor. Allah rahmet eylesin eski başbakanlarımızdan Süleyman DEMİREL’e “Yağ yok, şeker yok,” demişlerdi, o da “Kim yok diyor? Yok olandan isteyene bir ton veririz,“ demişti. Şimdi tam tersi birtakım kurum ve kuruluş yöneticileri “var” diyor; ben de “var diyende ne var ise hepsini alırım,” diyorum. Amaç yapılanı görmezden gelmek veya eleştirmek değil; tam tersi takdir etmek ve yapanın yanında destekçisi olmak elbette. Bunun dışında bir hareketi de şahsım adına bu ülkede hainlik olarak tanımlarım. Biz bu ülkede yıkıcı eleştiriyi marifet sayan bir insan yapısı ile çok karşılaşıyoruz; bu da öyle bir süreç. “Kaan’ı yapamayacağız, balon, yalan…” Koskoca devlet anlaşma yapıp el sıkışıyor Türkiye ile; bizim Kaan’ın yapıldığı lokasyonu dahi bilmeyen muhalif insanımız buna “yapamaz” diyor. Neden diyorsun? “Baksana daha motoru yok ortada!” diyor… Peki soruyorum; biz ülke olarak jet motorunu yapmak zorunda mıyız uçak yapmak için? Bunun aslında yapılma aşamasını oldukça iyi bilen ve takip eden bir kişiyim, endişem yok. Öyle ise dünyanın en büyük uçak motor fabrikası roce royce’un neden uçağı yok? Airbus, Boing neden motorları buradan alıyor? Bunu söyleyenler bu şirketler için uçak üreticisi değil mi demek istiyor? Aynı süreç NTE’de var işte…