“İyi Niyet İlkesi”

Bir önceki yazımızda kanunla hukukun her zaman aynı şey olmayabileceğini, hukuka uygun düşmeyen ve hatta hukuka aykırı bir kanun hükmü bulunabileceğini ancak bu hükmün uzun süre varlığını korumasının mümkün olmayacağını belirtmiş

ve gerçek hukukun insanın farkında olduğu ya da olmadığı her zaman tam yanında bulunan ve hatta tam yanından hiç ayrılmayan bir kavram olduğunu vurgulamış, peki bu halde, daima bu kadar yanımızda olan ve adeta her zaman iç içe olduğumuz hukuk ile nasıl daha iyi ve açıkça bireysel iletişim kurabileceğimizi, birbirimizi daha iyi anlayabileceğimizi ve ortak lisanımızın nasıl başlayıp, artarak kolaylaşabileceğini tespit etmeye çalışmıştık.

Bunun için de doğuştan içimizde olan adalet duygusuyla ve vicdanla işe başlayacağımızı ve bunu akıl ve mantık süzgecinden geçireceğimizi, böylece hakkani bir kanaate sahip olacağımızı ve bütün bunları birbiri ile harmanlayarak   “iyi niyet ilkesi”ne ulaşacağımızı ve böylece yaşantımızdaki her alanda iç içe olduğumuz hukuk ile ortak lisanımızı kurmaya başlayacağımızı anlatmıştık.

İşte bu “iyi niyet ilkesi”  öyle bir şeydir ki, bütün felsefelerin, dinlerin ve hukuki kavramların en temel ilkesi ve başlangıcı ve hatta ilk hareket noktasıdır. Metinlerinde bulunsun ya da bulunmasın bütün hukuki doktrinlerin ve bütün kanun maddelerinin en temel kavramıdır ve hatta temel ruhudur.

Herhangi bir düşüncemiz, davranışımız, amacımız, akdimiz eğer iyi niyetli değilse, iyi niyet ilkelerine aykırı ise, olayın ilgili bulunduğu kanun metinlerine ve lafsına şeklen tamamen uygun olsa bile, vaz olunma amacına ve ruhuna aykırı olacak ve neticede de geçersiz olacaktır.

fatih ucar 1

Bu husus herkes tarafından ittifakla kabul edilen bir kavram olmakla birlikte, kanun tarafından da önemi belirtilerek hüküm altına alınmakla, Medeni Kanun’un daha hemen başında 2. maddesinde, “Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır. Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz” denmek suretiyle, hukuk kavramıyla temasa geçtiğimiz anda evvelemirde “iyi niyetli” olmamız gerektiği, ilk ele alınacak hususun “iyi niyetli” olup olmadığımız hususu olduğu ve eğer “iyi niyetli” değilsek bu durumda davranışımızın, akdimizin ve neticelerinin hukuk düzeni tarafından korunmasının mümkün bulunmayacağı yasa hükmü olarak da kesin olarak belirlenmiştir.

Biraz daha ileri gidersek şunu dahi söyleyebiliriz ki; yalnız hukuk düzeni değil, aslında tüm doğal düzen içerisindeki yaşamımız dahi “iyi niyet ilkesi” temel prensibi üzerine kurulmuştur.

Mesela olayları bir aşamalı zincirleme silsile olarak düşünürsek, bir amaca ulaşmak maksadıyla harekete geçtiğimiz andan itibaren, önce alt yapısını oluşturmak için başka şeyleri yapmamız gereklidir, sonra başka bir şeyi ve sonra başka bir şeyi daha… Her yaptığımızdan sonra önümüze başka bir aşama gelir ve hepsini yaptıktan sonra neticeye ulaşabiliriz.

İşte bu aşamalar arasında gizli olan, belki de isimlendirilmeyen, elle tutulmayan ve gözle de görülmeyen ama var olan öyle bir bağ vardır ki, bu bağ da “iyi niyet ilkesi” dir.

Eğer aşamalar arasında bu iyi niyet bağı yoksa, yani aşamaların herhangi bir yerinde iyi niyet ilkesinden ayrılınır ise, silsiledeki bağ oluşmayacak ve mutlaka aşamalar zinciri bir yerde kopacak ve arzu edilen amaca asla ulaşılamayacaktır.

Çünkü doğal yaşam silsile zinciri, yani olayların birbirine bağı ve devamı ilginç bir şekilde ancak  “iyi niyet ilkesi”nin varlığı ile mümkün olabilmektedir.

Aksi halde doğal hayatın akış silsile zinciri mutlaka bir yerde kopmakta ve “iyi niyet ilkesi”ne uygun olmayan amaç, eylem veya akit veyahut da sahibi olan kişi, silsilenin bir yerinde doğal hayat akış sistemin dışına atılmaktadır.

Bunu efsane hukukçulardan ve bilim insanlarından Medeni Hukuk Hocamız Prf. Dr. Aytekin ATAAY Hukuk Fakültesi’ndeki derslerinde bizlere şöyle açıklamakta idi: (Bir davada karşı taraf kötü niyetli ise) “…Kötü niyetli olana karşı çoğu zaman hiçbir şey yapmanıza gerek yoktur. Kötü niyetli olan olayları açıklayamayacak, çelişkiye ve çelişkilere düşecek ve mutlaka kendi kendisini ele verecektir. Zira kötü niyet öyle bir şeydir ki izah edilemez…”

Yani kötü niyetli olan bırakın olayı başından sonuna kadar anlatsın… Anlatırken olayları ve olaylar arasındaki bağı izah edemeyecek ve kendiliğinden çelişkilere düşecek ve böylece kendi kendisini ele verecektir…

Yani doğal hayat akışı “iyi niyet” ilkesi üzerine kurulmuştur. Dolayısı ile kötü niyetli olan ne kadar planlarsa planlasın mutlaka ve mutlaka anlatırken silsile zincirindeki geçişlerini açıklamayı başaramayacak, çelişkiye düşecek ve kendi kendisini ele verecektir. Ele verdiği anda da yalan söylediği ve aslında kötü niyetli olduğu böylece kendiliğinden ortaya çıkacak ve böylece artık hiçbir yasa maddesi tarafından da korunması mümkün bulunmayacaktır.

Görüldüğü gibi doğal düzen de “iyi niyet ilkesi” üzerine kurulmuştur. Bu tartışmasızdır ancak bizi şimdi bahsimizde ilgilendiren hukuki kavram kısmına geri dönersek, demek ki farkında olalım ya da olmayalım her zaman yanımızda olan ve hatta yanımızdan hiç ayrılmayan hukuk kavramıyla tüm yasal düzenlemelerden, yasal düzenleme metinlerinden ve kavramlarından önce ilk temasımız “iyi niyet ilkesi” ile olmak zorundadır.

O halde her olayda, her davranışımız, her akdimiz, hukuka her dokunuşumuz karşısında, hukuk ile ortak lisanımızda hukukun bize ilk soracağı sorunun “iyi niyet ilkesi”ne uygunluk olacağını, aksi halde “iyi niyet ilkesi”ne uygunluk yoksa, ortak lisanın hiç oluşmayacağını ve hukukun kötü niyetli taraf ile daha baştan konuşmayı ve birlikte hareket etmeyi reddedeceğini, bu kavramlar çerçevesinde bilmeli ve ona göre davranmalıyız ve böylece hukuk ile temas ederken ilk hareket noktamızda “iyi niyet ilkesi”ni önemle ve ivedilikle nazara almalıyız.

Şimdi artık hukukla evvelemirde ortak lisanımızı oluşturmaya başladığımıza göre artık onunla daha içerikli konuşmaya ve hukuki konulara teknik anlamda daha fazla değinmeye başlamak ümidiyle görüşmek üzere diyorum.

fatih ucar 2

Powered by OrdaSoft!